OSMANLI- AFRİKA İLİŞKİLERİ
OSMANLI- AFRİKA İLİŞKİLERİ
Osmanlı Afrika
ilişkilerinin derinlemesine işlendiği, Osmanlı devletinin 3 kıtada hakim olduğu
dönemlerinin belki de en az bilenen tarafını ve kıtadaki mirası geçmişten
günümüze akıcı ve kaynaklarına müracaat ederek bizlere anlatan Prof. Dr. Ahmet
Kavas bey bu alanda araştırma yapan saha uzmanlarındandır.
Belki de ülkemizde yıllarca bize medya
aracılıyla Afrika’nın hep kara kıta olduğu hep kurak çöllerini, vahşetini ve
vahşi hayvanlarını bizlere göstererek akıllarda kötü bir imaj oluşturuldu.
İnsanlık tarihi kadar geçmişi olan Afrika; Tarihimiz itibariyle bizi Endülüs
Emevi devletinin yıkılması ve İstanbul’un fethiyle Bizans’ın ortadan kalkması
sonucundaki olaylarla karşılamaktadır. Bu sancılı dönemde Afrika toprakları Endülüslü
Müslümanlara için bir çıkış yolu oluşturdu. Türkler kıtaya ilk olarak 8. ve 9.
yüzyıllarda Kuzey Afrika’da kurulan ilk Türk devleti Tolunoğlarıyla ayak basmış
daha sonraki yıllarda Osmanlıyla beraber Garp ocaklarıyla devam etmiştir.
Tarihi olaylar
irtibariyle kırılma noktamız kitapta da geçen olaylarla ilişkili olarak 1492 de
yıkılan vahşete uğrayan Endülüs devletinde henüz yurtlarını terk etmeyen
binlerce Müslüman nüfus vardı. Bu Müslüman nüfus hrıstiyan olmaları ya da ölümü
tercih etmeleri dışında, Arabistan’dan Mısırdan ve Biladussudan yüzyıllar önce
buralara gelen Müslümanlar tekrar eski yurtlarına tedricen gönderilmeye
çalışılmıştır. Endüslüslü Müslümanlar da tekrar bu coğrafyalara taşınmaları söz
konusuydu.
1609’da
Endülüslü son Müslüman kafilesi Osmanlılar tarafından buradan alınıp Kuzey
Afrika sahillerindeki şehirlere yerleştirilene kadar acı çekmeye zorla göç
ettirilmeye devam edileceklerdi. Bu çekilen acı belki de Avrupa için bir
vahşetin başlangıcı sayılarak ilk sömürgecilik vahşetinin miladi olacaktı.
İlk
sömürgecilik faaliyetleri Portekizlilerin Vasco da Gama Afrika’nın Batı
sahillerinden güneye doğru inerek 1497 yılında Ümit Burnu’nu dolaşarak Mozambik
adası önüne geldi. İşte ekonomik siyasi coğrafi tüm imkansızların sunduğu
zorlamayla diğer Avrupalı denizciler de farklı yollarla buralara gelecekti. O
dönemde buradan Somali’ye kadar uzanan Doğu Afrika sahil şeridinde kırka yakın
şehir devleti vardı ve buralarda yaklaşık sekiz asırdır devam eden Müslüman
idarecilerin kurdukları hanedanlar hüküm sürüyordu. Bölgenin zenginliğinin
farkına varan Portekizliler ve diğer Avrupalı ülkeler derhal buraya donanma
sevk etmeye başladılar. İlk donanma 1505 yılında Güney Afrika sahillerini
geçerek Doğu Afrika’da Mozambik’ten başlayarak bugün Tanzanya’nın güneyindeki
Kilve Sultanlığı, Kenya sahilindeki Mombasa Sultanlığı, Somali’nin başkenti
Makdişu’yu ve diğer şehirlerle onlara bağlı yerleri topa tutarak Kızıldeniz’e
girdiler. 1517 yılına gelindiğinde Portekiz donanması Memlûk donanmasını da
yenerek Cidde önlerine kadar gelmişti.
İşte
böylesine bir dönemde İslam dünyasının en güçlü iktidarına sahip Osmanlılar
Afrika’nın Kuzey bölgesinde İspanyol işgallerine, Kızıldeniz ve Hint
Okyanusu’nda ise Portekiz istilasına karşı Müslümanların imdadına yetiştiler.
Önce Mısır’da artık bu saldırılara karşı direnme gücü kalmayan Memlûk idaresine
son vermeleri gerekti. 1517 yılında önce Mısır’ı alır almaz Kızıldeniz’deki
Portekizliler’i Cidde’den uzaklaştırmaları gerekti. Çünkü her an Mekke-i
mükerreme ve Medine-imünevvere’ye bir saldırı düzenlemeleri söz konusu olmuştu.
Osmanlı idaresine geçen Memlûk donanması derhal yeni birliklerle ve gemilerle
takviye edilerek Portekizliler üzerine gönderildi. Kızıldeniz’den Portekiz
donanması çıkarıldı.
1510’lu
yıllarda bugün Libya devletinin başkenti olan Trablusgarp şehrini alarak Müslüman
ahali üzerinde büyük bir kıyım uygulayan İspanyollar’dan kaçabilen Müslümanlar
buraya yaklaşık 50 km. mesafedeki Tacura şehrine sığınmışlardı. Aralarından
seçtikleri bir heyeti buradan İstanbul’a gönderdiler. Sarayburnu’na çıkan
Trablusgarplı Müslümanlarla sarayda bulunan ağalardan Murad Ağa onların
konuştukları lehçeyi kolay anladığında emrine verilen bir donanma ile derhal
Tacura’ya gönderildi. Onun yerli ahali ile yaptığı dayanışma sonucu Osmanlı
donanması 1551 yılında Trablusgarp şehrini İspanyollar’dan adlı. Dönemin güçlü
denizcileri Barbaros Hayreddin Paşa ve Turgut reislerin gayretleriyle bütün
Kuzey Afrika sahilleri istiladan kurtuldu. Bundan böyle hem Doğu Afrika’da, hem
de Kuzey Afrika’da bir Osmanlı güveni vardı. Artık Osmanlı Devleti 19. Yüzyıla kadar
Afrika idi.
1912 yılında
İtalyanlarla İsviçre’nin Ochy (Öşi) anlaşması imzalanana kadar geçen tam dört
asır boyunca Osmanlılar Afrika’da çok geniş bir alanı idareleri altına
almışlardı. Bu bölgede zamanla beş ayrı eyalet kurdular. Bunlar Mısır,
Trablusgarp, Tunus, Cezayir ve Habeş eyaletleriydi. Bunlar içinde ilk
kaybettiği eyalet Cezayir olup 1830 yılında Fransızlar tarafından işgale
edildi. Tunus himaye adı altında 1881 yılında Fransa tarafından işgal
edilirken, Mısır 1882’de İngilizler’in işgaline uğradı. Habeş eyaleti ise daha
ziyade Kızıldeniz sahilinde bazı noktalarda Osmanlı idaresinde kalmaya devam
etti. İtalyanlar ise 1911 yılında Trablusgarp’a saldırdılar ve 1912 yılında
yapılan anlaşmayla Osmanlılar Afrika’daki son topraklarını da geride bırakarak
çekildiler.
Osmanlı
Devleti kaldığı 5 asır boyunca Afrika yerlilerinin özellikle dini inanışları
olduğu gibi muhafaza edilirken kimse ne mezhep ne de din değiştirmeye
zorlanmamıştır. Avrupalılar ise köleliği yasaklamaya başladıkları zaman bu defa
Afrika yerlilerini buraya gönderdikleri binlerce misyoner vasıtasıyla
Hrıstiyanlaştırmaya zorladılar. 20. yüzyılın başına kadar bütün Afrika’da 10
milyon civarında Hrıstiyan varken bugün kendi iddialarına göre 900 milyon
nüfuslu kıtada 350 milyon Hrıstiyan vardır. Özellikle 21. nci yüzyıla
girdiğimiz şu günlerde ise kıtada Müslümanlar üzerine büyük bir
Hrıstiyanlaştırma kampanyası yürütülmektedir. Özellikle eğitimsel modellerle bu
hrıstıyanlaştırma küçük yaşlardaki çocuklarda başlatılmaktadır. Müslümanların
yaşadıkları şehirlere, kasabalara, hatta köylere varana kadar kiliseler inşa
edilmektedir.
Dinlerini
değiştirdikleri Afrikalılar’ın dillerini de yasaklayan Avrupalı sömürgeciler
kıta toplumlarını İngilizce, Fransızca, Almanca, Portekizce ve İspanyolca
öğrenmeye mecbur kıldılar. Bugün kıta üzerinde resmi dili ana dili olan Etiyopya
dışında on kadar ülkede Arapça resmi dildir. Fakat onların bir kısmı İngilizce
ve Fransızca ikinci resmi dildir. Avrupa sömürüsünü sadece yeraltı ve yerüstü
kaynaklarıyla değil insanların yaşayışı kültürü hatta düşünme fonksiyonun bile
sömürüldüğü çok net bir şekilde toplumsal hayat düzeninde görmekteyiz.
Avrupalıların geleneksel eğitimi tamamen son verdikleri kıtada bugün 53
bağımsız ülke bulunmaktadır. Bunların içinde sadece Kuzey Afrika ülkeleri,
Mısır, Sudan, Nijerya ve Güney Afrika Cumhuriyeti’ de çok sayıda üniversite
olup çoğunda en fazla iki/üç üniversite bulunmakta olup, bazı ülkeler ise
2000’li yıllara gelindiğinde ancak üniversite sahibi olabildiler.
Prof. Dr.
Ahmet Kavas yazdığı kitap vesilesiyle özellikle kuzey Afrika bölgesel
çalışmalarını işlemiş Osmanlının Afrika’ya neden geç kaldığı, neden Afrika
kıtasında başarılı olamadığını, bölgedeki devletlerin, kavimlerin birbiriyle
olan mücadelelerini, Avrupaların sömürgecilik ve misyonerlik faaliyetlerini
kaynaklarına müracaat ederek akademik
bir üslupla biz okuyucularına sunmuştur.
Post a Comment